Temas, insan hayatının ayrılmaz bir parçasıdır. Bunu günlük iletişimimizde sayısıyız biçimde deneyimleriz. “Ruhuma dokundu, duygularıma dokundu” gibi hayatın akışında karşılaştığımız insan ve nesnelerden sayısız temas alırız. Dokunduğumuz kişinin önemi nedir? Dokunurken seçici davranır mıyız, seçici davranıyorsak bu kriterler nelerdir? gibi birçok farklı konuda fikir açıcı konuşmaların olduğu kitabı bu yüzden öneriyorum.
Dokunmak, Dokunulmak ve Dokunulmazlık
İnsan mekanikleşme eğilimi taşır bu yüzden hayatın akışı içinde temas, ten, dokunuşlar da bundan körelme şeklinde nasibini alır. Dokunmayı bilmek, dokunmanın fizyolojik boyutunu, psikolojik boyutunu anlamak çok önemlidir. Dokunmayı toplumun birçok alanında incelemek mümkündür. Dokunmak ve dokunulmak sihirli bir değneğin değmesi gibidir. İnsanların dans ederken dans edeceği bir anlamda dokunacağı kişiyi çok hassas bir şekilde seçmesi, milletvekillerinin dokunulmazlığının olması, dokunulması kolay, erişilmesi kolay meslek grupları, masözlük, doktorların hastalarına temas ederek muayene etmesi, ameliyat etmesi. Dokunan ve dokunulan evet hepsi kendi içinde çok derin anlamlar taşır. Kimi zaman omza bir dokunuş, bir sarılma bir ilaçtan çok daha iyileştiricidir. Kitapta sessizliğin, susmanın, bir sanat eseri üretmenin, şiirin, sarılmanın, müziğin, hatta hakaretin de bir anlamda temas olduğu ve bunun bizlere hangi açılardan dokunduğu ve etkilediği incelenir.

Romanya’nın Kayıp Çocukları
Nüfusu artırmak ve daha fazla iş gücü sağlamak için doğum kontrolünü ve kürtajı yasaklayan Romanya eski Devlet Başkanı Nikolay Çavuşesku’nun uyguladığı politika travmatik tablolara yol açtı ve bakıma muhtaç çocukların sayısı (Romanya’nın Kayıp Çocukları) yetimhanelerde 170.000’e kadar yükseldi ve burada temastan ve bakımdan yoksun şekilde büyüyen çocuklarda ciddi anlamda gelişim gerilikleri ve psikolojik hastalıklar ortaya çıktı. Bu travmatik geçmiş, temasın önemi hakkında acı verici de olsa bizlere çok önemli şeyler söylüyor.
Ayrımsız Yakınlık
Çocuklar, tuvalet ihtiyaçlarını yan yana dizilmiş lazımlıklarda hep birlikte gideriyor, saçları cinsiyet gözetilmeksizin aynı biçimde kesiliyor, hepsine tek tip giysiler giydiriliyordu. Beslenmeleri de yine sıkı bir programa bağlıydı. Sonuçta her şey mekanik hale getirilmişti.
Ağlamaları karşılıksız kalan çocuklar, kısa süre sonra ağlamamayı öğreniyorlardı. Kimse onları kucağına almıyor, kimse onlarla oynamıyordu.
Temel ihtiyaçları giderildiği halde, çocuklar duygusal yakınlık, destek ve herhangi bir uyarandan yoksun olarak yaşıyorlardı. Bunun sonucunda çocuklarda “ayrımsız yakınlık” (Attachment security and indiscriminately friendly behavior) olarak bilinen durum gelişmişti.
Çocuklar kişi ayırt etmeden herkese yakınlık gösterir hale gelmişti. Bu tür ayrımsız davranışlar ilk bakışta insana sevimli gelse de aslında ihmal edilmiş çocuklarda görülen başa çıkma stratejilerinden birine işaret eder.
“Bu davranış biçimi, böyle bir kurumda büyümüş çocukların ayırt edici özelliklerinden biridir.”
Hayatın farklı anlarında yoğun dokunsal temasın olduğu anları inceleyerek, temasın sadece tensel temasın da değil, düşünsel, ruhsal, sanatsal(sevdiğiniz bir müziği dinleyince tüylerinizin sanki biri dokunmuşçasına ürpermesi gibi) insanları bir araya getiren iyileşitren ritüelleri daha iyi anlayabiliriz. Yas anlarında insanların birbirlerine sarılmasının iyileştirici gücünden tutun da düğünlerde insanların halay çeker temas etmesine, tango dansındaki yoğun temasa ve hassas dokunuşlara kadar. Rene Descartes’ın Cogito Ergo Sum sözünde “Düşünüyorum o halde varım.” sözünü bu eserde “Tango tangor ergo sum”: “Dokunuyorum, dokunuluyorum o halde varım.” şeklinde görebiliriz. Tangonun dokunmak ve varolmak olduğunu bu dansın neden ruhu etkileyen bir dans olduğunu daha iyi anlayabiliriz.
Ayrımsız Yakınlık ve Çok Eşlilik
2012 Yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından Romanya’da gerçekleştirilen ve üniversite öğrencilerini konu alan kapsamlı çalışma raporunda, çocukluk döneminde yaşanan temas eksikliği ve duygusal / fiziksel istismarın; yetişkin dönemde intihar eğilimi, uyuşturucu kullanımı ve çok eşlilik davranışlarıyla bağlantılı olduğu belirtilmektedir.
ABD’de gerçekleştirilen ünlü CDC Kaiser ACE Çalışması, olumsuz çocukluk çağı deneyimlerinin sağlık ve yaşam kalitesi üzerinde yaşam boyu süren etkilerinin mekanizmasını aydınlatmıştır.

Ayrımsız yakınlık olgusunu incelediğimizde çocukların hayatlarını sürdürebilmek için ihtiyaç duydukları teması alabilmek adına insan ayırt etmeksizin herkese yakınlaştıklarını görürüz. Çocukluk dönemindeki travmatize yaşam öyküsünde çocuk; güven duyduğu, sevdiği, yakınlık hissettiği insanlara değil de, hiç bir kriter gözetmeden herkese yakınlaşır. Hakkı olan, onu yeşertecek olan teması arar. Yetişkinlerin çok eşlilik (promiscuity) davranışında da bu travmatize yaşantının izlerini görebiliriz. Karşıdaki kişinin kim olduğu önemsizdir. Öncelikli arayış, ihtiyaç duyulan duyguyu bulabilmektedir. Çocukluk dönemindeki temas ve sevgi eksikliğini, çocuk, yetişkin döneminde bilinçdışı bir şekilde aramaya ve gidermeye çalışır.
İlişkileri incelediğimizde farklı ilişki modellerinde bu davranışın izlerini gözlemleyebiliriz. Örneğin: kişi tamamen karşısındaki kişiyi tanımadan hayatını birleştirmeye karar verir; evleneceği, sevgili olacağı, arkadaş olacağı kişi farketmeksizin. Travma yaşama riskini yalnız kalma korkusundan dolayı göze alır. Bu noktada kişi artık seçici değildir. Tıpkı çocukluk döneminde olduğu gibi. Onun için karşısındaki insan, duyguyu taşıyan bir araç ve nesne gibidir. Travmatize, yaralı bir insandır. Bu noktada neden hayatların tekrarlayıcı tiyatral sahnelere dönüyor olduğunu daha iyi görebiliriz. Travma kendisini yaşatır. Kişi, tiyatral bir döngünün içine sıkışır, hayat enerjisi azalır.
Çocuğun seçiciliğini kaybetmesi daha da travmatize olmasına neden olur. Gerek fizyolojik gerek psikolojik hasardan korunmamız için bir çok savunma mekanizması mevcuttur. Çocuk, bütün kalkanlarını indirir ve sevgi kırıntılarının peşinden gider. Hakkı olan sevgi, şefkat ve teması bulabilmek adına karşılaştığı herkeste şansını dener.
Seçici olmayan davranışlardan bahsetmişken, kedilerin ayırt etmeksizin insanların bacaklarına sürtünmesi, köpeklerin bir ıslık sesiyle hemen başını uzatıp okşanmayı, sevilmeyi beklemesi ve sevgi isteyen gözlerle bakması gibi davranışları incelediğimizde, insanlardaki çok eşli davranışın derinlerindeki psikolojik kökenlerini de anlayabiliriz. Konu sevgi, temas ve hayatta kalmak olduğunda davranışlarımızın ne kadar doğal, saf ve bir o kadar da ilkel ihtiyaçlara dayandığını görebiliriz.
Bu noktada F. Nietzsche’nin sözlerini hatırlamakta fayda var: “Biz aslında karşımızdaki insanı sevmiyoruz; Onun bizde yarattığı duyguyu, heyecanı seviyoruz. Sevgiyi değil, sevilmeyi seviyoruz. İşte insan bu kadar bencil…”

“Film, Nietzsche’nin suskunluğa geçiş dönemi olarak bilinen içe kapanışının ardındaki hikaye ile başlıyor. Ünlü hikayeye göre; Friedrich Nietzsche, 1889’da Torino’da yürürken bir fayton sürücüsü ile karşılaşır. Faytoncunun, tüm baskılarına rağmen hareket etmeyi reddeden atını öfkeyle kırbaçlaması sonucunda, Nietzsche bir anda faytona atlar ve hüzünle atın boynuna sarılarak ağlamaya başlar. Bu olayın sonrasında evine kapanır ve önce günlerce sürecek olan bir katotoniye maruz kalır, ardından ölümüne dek devam eden suskunluğu başlar.” —
Kitap bizlere şu soruları da düşündürtüyor: Çocukluğunda temas eksikliği yaşayan, dokunulmayan bebekler, yetişkinliklerinde bunun eksikliğini nasıl yaşarlar, bu durum hangi şekillerde temas eksikliği davranışlarını, arayışlarını, insan seçimlerini etkiler? Nasıl dokunmalı, dokunmanın sınırları nerde başlar? İnsanın anlam arayışı ve hatta insan arayışının derinlerinde olan şey nedir? Duygusal, düşünsel, cinsel temas nedir, temastan doğan duygular neden her insanda farklı duygular, düşünceler olur? İnsanlar neden travmatik zamanlardaki kişilere benzer insanların temasına ihtiyaç duyar?

Wilhelm Schmid’in yazarı olduğu “Dokunmanın Gücü Üzerine” isimli kitabının özellikle insan ilişkilerindeki erozyon ve toplumsal yabancılaşma konusunda, pandemiden dolayı insanların iyice mesafeli olduğu bu günlerde değeri aslında bir anlamda unutulmuş olan dokunma ve dokunulma konusunda okuma yapmak isteyecek okuyucuların ilgisini çekeceğini düşünüyorum.
Kaynakça
3-Wilhelm Schmid- Dokunmanın Gücü Üzerine
4-Romanya Üniversite Öğrencileri ile Yapılan Deney ve Araştırma