Erken Büyümenin Sonuçları

Konu Başlıkları

Çocukluk döneminde yaşanan travmatik yaşantıların yalnızca psikolojik anlamda değil fizyolojik anlamda da beyninizini daha erken olgunlaşmasına neden olabileceğini biliyor muydunuz? 

“18 yaşındayım ama sanki 70 yaşında gibiyim”, “… yaştayım ama sanki büyük insanlar gibiyim” gibi sözleri belki siz söylediniz belki de çevrenizde duydunuz kimi zaman. Çocukluğa ve yetişkinliğe atfedilen anlam her ne kadar değişse de zaman her ne kadar herkes için aynı şekilde akıyor görünse de yaşadıklarından dolayı geçmişte takılan insanlar için sanırım zamanın biraz farklı aktığını travma yaşayan, beyninin bazı bölgeleri normalden farklı gelişen kişilerle yapılan bilimsel çalışmaların ışığında söyleyebiliriz. 

İnsanın kendisini/kendiliğini bulması, keşfetmesi ve daha önemlisi sürekli akış halindeki hareketli bir dünyada bir kukla ustasının kuklasını şekilden şekile sokması gibi sürekli bir kendilik olma sınavı yaşar insan. Bu bana yakıştı, bu bana yakışmadı, ben böyleyim, ben böyle değildim gibi “BEN” ile başlayan cümlelerin sonu gelmez. İnsan kimdir, kendilik nedir soruları tarihten bu yana filozofların zihnini en çok meşgul eden sorular olsa da bu yazıda yaşantılardan dolayı kendiliği, psikolojik bütünlüğü sarsıntıya uğrayan insanların yaşadıklarını, nedenlerini analiz ediyor olacağım. 

İnsan Neden Çok Hızlı Büyümek Zorunda Kalır?

Çocuk olmanın, çocuksu olmanın en önemli yanlarından biri içten gelen duyguların olduğu gibi yaşanmasıdır. Duygular, düşünceler hiçbir şekilde sansürlenmez. Duyguların bastırıldığı, insanların birçok konuda kendilerini yaşayamadığı toplumların ortak özelliği ciddiyetin, duygularını gizlemenin onaylanması ve ödüllendirilmesi aksi şekilde çocuksu yönlerin ve özelliklerin, davranışların ciddiyetsiz karşılanması ve bu yönleri olan insanların bu yönlerini törpülemesi, bu şekilde davranmaması gerektiğidir. Aslında toplumların psikolojisinden çok da farklı olmayan bir şekilde erken büyümenin gözlemlendiği kişilerde perde arkasında henüz çocukken, özgürce oynaması, dünyayı keşfetmesi gereken dönemde omuzlarına taşımaması gereken yüklerin bırakılmasıdır. Bu yükler kimi zaman travmatik bir boşanmanın olduğu bir ortam, kimi zaman anne veya babanın kaybı veya yaşamda karşılaşılan travmatik durumlar kimi zaman ise iflas gibi finansal krizlerdir. 

Erken büyümeyi anlamak için onu ortaya çıkaran durumları görmek bir çocuğun neden erken büyümek zorunda kaldığını anlamamıza yardımcı olabilir. 

Bir çocuk neden erken büyür ve olgunlaşır?

Çocukların erken olgunlaştığı ortamlara baktığımızda genelde anne veya babanın hatta kimi zaman ise aynı anda anne ve babanın sorumluluklarını tıpkı miras gibi çocuklarına yıktığı ortamlarla karşılaşırız. Türkiye’de çok sık gözlemlenen tüm kardeşlerine annelik yapan en büyük abla ya da tüm kardeşlerine babalık yapan en büyük ağabeyi modelini örnek olarak verebiliriz. Bu noktada çocukların doğdukları bu ortamda onlara yüklenen misyonu sorgulamalarını beklemek çok mantıklı olmayacaktır. Çünkü çocuk gözünü açtığı bu ortamda ona giydirilen giysiyi nasıl sorgulamıyorsa ona yüklenen görev ve sorumlulukları da sorgulayacak mental olgunluğa erişmesini beklemek hata olacaktır sadece ondan beklenen ne ise onu yapmaya çalışır çocuk. Böyle bir ortamda onlara yüklenen rolü içselleştiren çocuklar küçük yaşlarına rağmen mental olarak, davranış olarak tıpkı bir yetişkin gibi yaşamaya, dünyayı algılamaya başlar. Çocukluğunu yaşayamayan insanların yaşamlarının bundan ne kadar travmatik şekilde etkilendiğini, hangi sorunlara yol açtığını incelemek ise başlı başına ayrı bir yazının konusu olacaktır. 

Kaptanı olmayan (anne ya da babanın veya her ikisinin de sorumluluk ve varlık olarak ailede olmadığı) bir gemi (aile) düşünebilirsiniz. Koskoca okyanusun ortasında (toplumun içerisinde, birbirlerine tutunarak, yaklaşarak ısınan ve hayatta kalmaya çalışan penguen sürüleri gibi) yapayalnız, dalgalarla (dış dünyanın dehşet veren tehlikelerine karşı, bunu anlamak için bir saat haberler izlemeniz yeterli olacaktır.)  boğuşan bir gemi düşünebilirsiniz. Gemideki tayfalar (çocuklar) su alan geminin bir orasına bir burasına ara vermeden koşturur, bir yandan gemiye dolan suyu boşaltırken kısa bir koşuyla dümene geçerek kayaya çarpmamaya çalışır, dümeni düzelttikten sonra tekrar gemi su almaya devam eder. Bu tehlikeli macera sürüp gider…

Erken büyüyen çocukları böyle düşünebilirsiniz, anne-baba yaşama dair bilgileri sorunlardan ve travmalardan çocuklarına aktaramadıkları için çocuklar amatör bir edayla kimlik karmaşası yaşar, kendileri olamazlar bir türlü. Bu çocuklar büyüdüklerinde dahi içlerinde çok büyük bir minnet, yetersizlik duygularıyla yaşamaya devam ederler ve bir çocuk bedeninde bir yetişkinin rolünü oynamaya mecbur bırakıldıkları için her ne kadar olgunlaşma toplumumuzda takdir edilse de bu çocuklar yaşamlarının ilerleyen dönemlerinde erken tükenmişlik belirtileri gösterme eğilimindedirler, kısa anlarda içlerindeki çocuk ortaya çıkmak ister ancak o kadar çok travmatik şey yaşar ki bu çocuklar herkesten önce kendileri kendilerine izin vermezler. Çocuk olmak demek, zayıf olmak, ailenin korunmasız olması, sahipsiz kalmak, çok kötü şeyler yaşamak tehlikelerini çağrıştırdığı için içlerindeki küçük çocuğu içlerindeki küçük odaya geri gönderirler. Yaşamlarının ilerleyen dönemlerinde erken büyümüş çocuklar bu sefer çocuk sahibi olduklarında ise yeni stresler onları bekler. Çünkü çocukluklarına yabancı oldukları için çocuklarına da yabancı olabilmektedirler böyle olunca ise çocuklarını aşırı ilgi, ilgisizlik (bizim zamanımızda böyle miydi?, biz neler neler yapardık?, biz çocukken para kazanmaya, çalışmaya başladık gibi cümleler size tanıdık geliyor olabilir.) uçlarda gidip gelen duygu ve yaklaşımlarla büyütmeye çalışırlar.

Erken Büyümenin Yaşamın İlerleyen Dönemlerindeki Bedelleri:

1- “Sen düşersen bütün aile düşer. Üzülebilirsin bu normal ama aile herşeyden üstündür.” Bu ve buna benzer cümleler genelde erken büyüyen çocukların iç konuşmalarından bazılarıdır. Çocuk ailenin, kardeşlerin ihtiyaçlarına kulak kabartmaktan, kırılıp dökülen duvardaki sıvaları, tuğlaları elleri kanayana kadar tamir etmeye, kardeşlerinin yırtılan elbiselerini uykusuz kalma pahasına, eline iğne batma pahasına dikmeye çalışmaktan kendi duygularından gittikçe uzaklaşmaya başlar, kendini duyamaz, çünkü ona verilen sorumluluk gereği duymaması da gerekir çünkü duyarsa insan olduğunu, çocuk olduğunu onun da ağlayabileceğini, yorulabileceğini anlar. Bu tıpkı görevine kilitlenmiş bir asker gibi aile içindeki boşluğu doldurmasını engelleyeceği için kendi kendisini sansürlemeye başlar ve bu sürecin sonucunda duygularından uzaklaşan erken büyümek zorunda kalmış çocuk kendisinden de uzaklaşmaya başlar. Duygularından uzaklaşan insan kendisinden de uzaklaşır. Bu felsefeyle büyüyen çocuk her zaman ne olursa olsun pes etmeyi bilmeyen, her zaman güçlü olması gerektiğine inanarak büyür elbette zaman içinde o yılların yorgunluğu farklı bir şekilde gün yüzüne çıkar. (Bu bölümü “Duygusal Stres” konusunda yazacağım yazıda analiz ediyor olacağım.) Sonuç olarak dışarıdan ulaşılmaz kale, her zaman güçlü imajı insanların kendisine saygı duymasına ancak bir açıdan da insanların kendisinden korkmasına ve dolayısıyla kendisinden uzaklaşmasına neden olur.

2- En zor dönemlerinde yalnız kalan çocuk büyüdüğünde de hiç kimseden yardım istemeyi kabul etmeme eğiliminde olur çünkü yardım istemek onun sözlüğünde zayıf olmak anlamına gelir. Bu yüzden her işini kendisi yapan bir insan olur ancak şartlar ne olursa olsun anayasa kanunları gibi bir kanun olur bu durum onun için. Şartlar ne olursa olsun idare edilecek, yardım istenmeyecek, ev içinde (burada erken büyümüş çocuğun iç dünyasını ifade ediyorum.)  ne yaşanırsa yaşansın perdeler (duyguların dışa vurumu, yansıtılması)  her zaman sımsıkı kapalı kalacak.

3- Erken büyüyen (duygusal anlamda ihmal edilmiş çocuk) çocuğun kendisine yüklenen misyonu taşıyabilmesi için sahip olduğu inanç sistemlerini incelemiştik. Çocuğun mağdur olduğunu, zayıf olduğunu kabul etmesi algoritmasına aykırı bir duygulanım yaratacağı için bu duygular ortaya çıktığı an kişi bu duyguları bastırma, yok sayma eğilimi taşır. Aslında kişiliğini şekillendiren duyguları inkar etmesi kendisine yabancılaşmasına neden olur. 

4- Kişinin aşırı alturistik davranması yaşadığı sorunların kökenine inmesine engel olur. Tıpkı “Stockholm Sendromunda” olduğu gibi (Kısaca katiline aşık olma şeklinde nitelenebilir, kişinin kendisine zarar veren onu istismar eden kişiye bağlanması, bağlılık duyması). Normalde kendi sağlığı, psikolojisi için (Sağlıklı Narsizm olarak da görülebilir.) kendisini önceliklendirmesi, düşünmesi, kendi psikolojisi, yaşamı için doğru olanları öne çıkarması gerekirken tam tersine ona zarar veren insanlara yakınlık duyması, (“Celladına aşık olmak”) sorunun asıl kaynağını görmesini sürekli engeller ve travmanın çözülmesi için gerekli olan objektif bakış açısına sahip olmakta güçlük yaşar ve sürekli aynı döngüler içerisinde kendisini sıkışmış bir şekilde bulur. (“Kötü şeyler hep benim mi başıma gelir? gibi cümleler.)

Erken Büyümenin Diğer Olumsuz Sonuçları

  • Kişisel bakımın, hijyen anlayışının düşük olması (Travmatize olmuş bireyler kişiliklerinden, duygularından uzaklaştıkları gibi “Bedenlerinden” de uzaklaştıkları için ihmal edilen herşey gibi burada da bakımsızlık göze çarpar.
  • “Toksik Suçluluk
  • Herkesi memnun etmeye çalışmak
  • Benlik Saygısı Sorunları
  • Yanlış ve Gereksiz Sorumluluk Yüklenmek
  • Bilinçsizce kendisine zarar verecek istismar edecek insan ve ortam arayışında olmak
  • Kronik Stres ve Anksiyete “(Kronik Stresin Etkilerini anlamak için bu konuyu detaylı ele aldığım “Omega Melankolia” yazımı okuyabilirsiniz.)

Erken Büyüyen Çocuklara Varsayımsal Bir Örnek (*Gerçek Bir Bireyin Hikayesi Değildir.)

“Olivia, kendisine nasıl davranıldığına dair memnuniyetsizliğini ne zaman ifade etse, ailesi, böyle incitici şeyler söyleyerek annesini üzdüğünü söyleyerek onu utandırır ve suçluluk duygusu uyandırırdı. Olivia, genellikle babası tekrar içki içtiği için, ebeveynleri kavga ederken üzgün, endişeli ve hatta suçlu hissediyordu. Biraz daha büyüdüğünde, sık sık sarhoş babasına bakması beklenirdi: yerel bir bardan eve dönmesine yardım et, tüm içkileri evde sakla ve yatmaya hazırlanmasına yardım et.

Olivia, hem annesine çok zayıf ve bağımlı olduğu için, hem de sarhoş olduğu ve kendisi ve başkaları için bir tehlike olduğu için babasıyla ilgilenmesi gerektiğini ve hala ilgilenmesi gerektiğini düşünerek büyüdü. Olivia ne olursa olsun güçlü kalmaya çalışır çünkü zavallı, çocuksu annesi gibi zayıf olmak istemez.

Şimdi, bir yetişkin olarak Olivia, tıpkı babası gibi duygusal olarak olgunlaşmamış ve kendinden habersiz bir ortak bulduğu için romantik ilişkisinde samimiyetle mücadele ediyor. Çok fazla saat çalışıyor, çoğu zaman uykusunu kaçırıyor ya da yeterli dinlenme eksikliği, aşırı kahve ve enerji içecekleri, yetersiz beslenme ve kronik stres nedeniyle kendini korkunç fizyolojik semptomlara kaptırıyor. Bu onun ezici ev ortamına bir tepki olarak erken ergenlik döneminde başlayan anoreksiya ve kendini yaralama öyküsünün bir uzantısı.

Olivia, daha yavaş, daha rahat, kendine daha bağlı bir hayat yaşamak, hatta temel öz bakıma katılmak gibi şeyleri zayıf olmakla ilişkilendirir. Kendini zayıf hissetmek istemediği için bunu uygun bir seçenek olarak bile görmüyor. Ve böylece her zaman olduğu gibi yaşamaktan başka seçeneği olmadığını düşündüğü bir hayat yaşamaya devam ediyor.”

Bundan öncesi… peki ya bundan sonrası?

Sosyolojik anlamda duyguların bastırıldığı toplumlarda erken büyümenin (küçük adam, küçük hanım, büyümüş de küçülmüş gibi) ödüllendirildiği, çocuksu olmanın, masum ve saf olmanın küçük görüldüğünü her ne kadar “şirin” bir şeymiş gibi ifade edilse de istenmeyen bir durum olduğunu sık gözlemliyoruz. Erken olgunlaşmak kişiye toplumda önemli bir statü, saygınlık, çok güçlü bir imaj kazandırabilir ancak güne her uyandığında bedenine dar gelen bir tahtadan elbise giymek gibidir bu durum. Çünkü artık ondan beklenen şekilde davranmak zorunda hisseder kendisini, ondan beklenen ve kendisinin de sürdürdüğü standartlardan taviz veremez çünkü çocukluğun kabulü yetişkinliğin kumdan kale üzerine inşa edildiği gerçekliğiyle kişiyi yüz yüze getirir. Ki bu durum ise kişi açısından “Psikolojik bir Hapishane” şeklinde tanımlanabilir. Kendisinin kendisine ve bundan sonra ise toplumun kendisine belirlediği çizgilerin dışına çıkması oldukça zor olur. Bilinçaltı düşüncelerimiz, bilince çıkmadıkça karşımıza kader olarak çıkar” der Carl Gustav Jung. Sürekli aynı şeyleri yaşamak, sürekli aynı döngüler içinde sıkışıp kalmak bu durumun yan etkilerinden sadece biridir. 

Burda yapılmasının sağlıklı olacağı yegane şeylerden biri bu durumu analiz etmek, yaşantınıza olan etkilerini, çocuklarınıza olan yaklaşımınızı, çocuklarınızı yetiştirme biçiminizden tutun da arkadaşlık ilişkilerinize kadar kimin zaman çok güçlü olduğunuz için size yüklenen herşeye hayır demeyip/diyemeyip sineye çekmenin getirmiş olduğu psikolojik stresi her gün taşımaya kadar hayatınızı sayısız şekillerde etkilediğini görmek ve bu durumun üzerine çalışmak olacaktır. 

Referanslar: Trauma and Growing Fast

Childhood Stress and Mature Brain

WhatsApp Mesajı
1
Psikolog D. Kenan Akyol
Merhaba, psikolojik danışmanlık bilgi ve randevu talepleriniz için Whatsapp üzerinden mesaj bırakmanız yeterlidir. En kısa sürede size dönüş yapılacaktır.